CHP GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU, “BİDEBUNUİZLE” CANLI YAYININDA GÜNDEMİ DEĞERLENDİRDİ

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “BiDeBunuİzle” Youtube kanalının canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, gazeteciler Yavuz Oğhan, Tayfun Atay ve Akif Beki’nin sorularını yanıtladı.

Haber Tarihi: 22.04.2020



Yavuz OĞHAN- İyi akşamlar, bugün 21 Nisan, saatler 17.30’u gösteriyor ve “Bidebunudinle Özel”le karşınızdayız. İstanbul’un bir köşesinde Tayfun Atay var, Hocam. Bir tarafta Akif Beki var. Üç ayrı köşedeyiz ve Ankara’da da Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. Bu akşam hep birlikteyiz ve Sayın Kılıçdaroğlu’na gündeme ilişkin sorularımızı yönelteceğiz. Hoş geldiniz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sağolun. Ankara’da ağırlamak isterdim, bir önceki programı Ankara’da yapmıştık.

Yavuz OĞHAN- Aynen Ankara’da yapmıştık. Bu defa inşallah şu korona stresini atlatıp, belasından kurtulup inşallah tekrar birlikte oluruz.

Yavuz OĞHAN- Şimdi ben bir başlayım müsaade ederseniz Akif, Tayfun Hocam. Bugün aslında enteresan bir güne de denk geldi. Sizin saldırıya uğramanızın üzerinden tam bir yıl geçti. Bir ülkenin muhalefet partisinin Genel Başkanı, katıldığı bir şehit cenazesinde çok ciddi bir saldırıya uğradı. O görüntüleri gördük, ucuz atlatılmış bir olaydı, sonrasında dönüp baktığımızda böyle bir şey çıkıyor ortaya. Bir yılda ne oldu, yani bir ülkenin Ana Muhalefet Partisinin Liderine yakın diye bulunduğu evi çağrılarda bulunulan bir yerde oradan çok güçlükle çıkartılmasından sonra bu işin failleriyle ilgili ne oldu? Onunla başlayalım koranada da çok sorumuz var.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yavuz Bey şunu söyleyeyim, aslında bunun yanıtı çok basit hiçbir şey olmadı. Yani savcı iddianame yazdı. Dolayısıyla ne olduğunu bilmiyoruz. Ama avukatlar izliyorlar ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilmiyorum ama tutuklanan yok, gözaltına alınan yok. Sadece ifadeler var, ifadeler de basmakalıp zaten. Önceden verilmiş kim nasıl konuşacak, neyi anlatacak diye. Hepsi aynı şeyleri söylüyorlar, savcı da aynı şeyleri tutanaklara aktarmış vaziyette. Sonra o savcı görevden alındı başka bir yere verildi, başka bir savcı geldi oraya. Değişen bir şey yok yani işin doğrusunu isterseniz. Biz daha sonra bunu kitap haline getirdik. Failleri biz saptadık. Kimlerin olduğunu bütün kamera görüntülerini aldık, uzmanlar üzerinde çalıştılar kimlerin kitleyi tahrik ettiğini vs. falan filan hepsini ortaya çıkardık. Savcılığa da hem kitap olarak verdik, hem görüntü olarak verdik, faillerin isimlerini verdik, nerelerde çalıştıklarını verdik. Yanlış hatırlamıyorsam dört failin görüntüleri var fakat kimliklerini saptayamadık. Onu Emniyet Genel Müdürlüğü veya ilgili organlar saptar diye onu da verdik kendilerine. Şu ana kadar ortada değişen bir şey yok.

Yavuz OĞHAN- Yani bir cezasızlık durumu hakim herhalde?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hakim... Ben bunu çok da yadırgamıyorum aslında, çünkü o bir komploydu. Komplonun kimin gözetiminde yapıldığı da üç aşağı beş yukarı belliydi zaten. Onlar hani böyle bir baskı yaparak ya da bir linç girişiminde bulunarak acaba Kılıçdaroğlu’nun gözünü korkutabilir miyiz, bundan sonra bu tür olaylara, şehit cenazelerine katılmaz, ayağını keseriz diye bir özel çaba büyük bir ihtimalle harcadılar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar Allah’ın verdiği bir can var, neden korkacağız yani? İnandığımız bir şey varsa, inandığımız bir dava varsa onun arkasından gideriz. Bir kişi teröre karşı mücadele etmiş; biz evimizde rahat uyurken, o dağların tepelerinde eksi 30-35 derecede ülkesini savunmuş, ben onun cenaze törenine katılıyorum, linç girişiminde bulunuyorlar. Organize bir şey bu, önceden ayarlanmış bir şey, herkesin bildiği bir şey aslında. Benim oraya gitmemi bekliyorlar, hatta cenazenin yerini bile değiştirdiler, benim oraya gideceğimi görünce ilçeden aldılar köye getirdiler. Bütün bunların hepsi aslında üç aşağı, beş yukarı biliniyor. Biz raporumuzda bütün bu ayrıntıları bir şekliyle yazdık, tarihe mâl ettik onu. Ama dediğim gibi, şöyle bir şey söylesek acaba abartı olur mu bilmiyorum ama… Sözle, baskıyla yapamadıklarını acaba fiili saldırılarla yaparsak Kılıçdaroğlu inandığı davadan, inandığı yoldan geri adım atar mı diye bir arayış. Onun da sonu olmadı yani. Bu tabi yeni de değil. Bakın ben Meclis’te de saldırıya uğradım. Daha önce İstanbul’da yine bir şehit cenazesinin törenine katılmıştım, orada da yine saldırı gelmişti. Hatta kurşun atılmıştı üstüme. Orada da Başbakan orada, bakanlar orada, herkes orada, bana saldıran kişiler polis elbisesi giymişler, polis tişörtleri giymişler. Bunlardan birisi dönemin Başbakanıyla konuşuyor ve ben orada saldırıya uğruyorum. Orada da hiçbir şey olmadı. Dediğim gibi yani baskılar var ama sonuçta biz bu ülkenin esenliği için her türlü baskıya direneceğiz.

Akif BEKİ- Bununla ilgili kısa bir takip sorusu. Sayın Kılıçdaroğlu, saldırıya uğradığınızda, uğradığınız saldırının suçlusu olarak siz gösterilmişsiniz. Yani sizin suçunuz olduğu söylenmiş iktidar sözcüleri tarafından. Halkın bu haklı ve spontane tepkisini niye üstüme çektim, niye saldırıya uğradım, kendime niye saldırttım bu haklı saldırıyı diye düşünmeye davet edilmiştiniz. Saldırganlarla ilgili bir dava ve ulaşılmış sonuç yok dediniz ama siz suçlandığınıza göre hem tedbirsizlik, hem de başka davranışlarla bu saldırıyı davet etmekle suçlandığınıza göre sizinle ilgili acaba bir fezleke hazırlandı mı, yürüyen bir yargı var mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Valla Akif Bey onu bilmiyorum. Yani fezleke hazırlanırsa da hiç şaşırmam zaten. O zaman sadece iktidar kanadı değil, iktidarı destekleyen kanat tarafından da Kılıçdaroğlu’nun orada ne işi var, o gitmeseydi bu olayların hiçbirisi olmazdı diye onlar da beni suçlamışlardı. Belki hani savcı onları dinlemedi mi ne oldu bilmiyorum ama savcı benim hakkımda bir fezleke hazırlayabilirdi yani o da meclise gelebilirdi. Zaten fezleke sayısı kaç oldu Akif Bey onu da bilmiyorum.

Beni orada asıl temelde üzen nokta şu oldu Akif Bey… Bir şehit cenazesi orada ve hepimiz o cenaze namazındayız, imam orada, bakanlar orada, dolayısıyla bir namazın kılınması lazım, bir helallik istenmesi lazım. Emin olun bir cenaze namazı kıldırılmadı orada, beni asıl üzen nokta o oldu. Tamam gene protesto edin ama bırakın önce şu cenaze namazını bir kılalım, ben arabaya giderken linç girişiminde bulunun, şunu yapın, bunu yapın. Onları ben emin olun cenaze namazından sonra, öbür kısmını hadi diyelim ki Kılıçdaroğlu’nu beğenmiyorsunuz protesto edersiniz, bırakın bari bir namaz kılınsın. Emin olun doğru dürüst namaz kılınmadı, doğru dürüst helallik istenmedi, asıl beni üzen temel nokta bu.

Tayfun ATAY- Şimdi madem Akif, Kılıçdaroğlu’nun o saldırıdaki dahline bağlı olarak Sayın Kılıçdaroğlu’na neden soruşturma açılıp açılmadığına ilişkin bir soru sordu, ben de o minval üzerine Sayın Kılıçdaroğlu’nu sorgulamaya devam edeyim. Sayın Kılıçdaroğlu korona mı daha tehlikeli yoksa siz mi daha tehlikelisiniz? Biz koronadan mı korkmalıyız, sizden mi korkmalıyız? Şimdi ben Sayın Cumhurbaşkanını dinlediğim zaman bu korana krizi sürecinde mutat olarak, değişmez olarak hep aynı söylemsel yapının Sayın Cumhurbaşkanının konuşmalarında karşıma çıktığını görüyorum. Bir giriş, gelişme, sonuç bölümü var. Giriş bölümünde koronadan mustarip olduğumuz bugünlerde yine de her şey çok güzel ve çok çok daha iyi olacak. İşte dünkü konuşma, üç yılda bir milyon yazılımcı alacağız, edeceğiz... Gelişme bölümü koronayla ilgili ne yaptık, ne ettik ve dünyaya göre ne kadar iyi durumdayız ve sonuç bölümü ah şu CHP yok mu, şu CHP... Şimdi bütün bu yapı içerisinde devam eden bir söylem günlerdir, haftalardır karşımızda. En son işte dünkü konuşma yine aynı şekilde bitti. Paralel devlet olmak isteyen belediyeler, FETÖ, PKK benzetmeleri, terör suçlaması, yardım değil şov yapıldığı ithamları ve işte aynen aktarmak gerekirse, “karşımızdaki kirli zihniyet, cevap verilmedikçe azgınlaşmakta ve en son bu hastalıklı siyaset zihniyetinden kurtulmasını ülkenin en az Covid virüsünden arınması kadar önemli görüyorum…” Bakıyoruz ki, Covid’e karşı söylem bile Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye yönelik söylem kadar sert değil, şedit değil, öfke dolu değil. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu, ne diyorsunuz? Yani bir virüs olmak nasıl bir şey böyle?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tayfun Bey, Hocam şöyle ifade edeyim. Erdoğan’ı aslında çok iyi anlıyorum ben. Bulunduğu ortam, konuştuğu kişiler, muhatap olduğu kişiler Erdoğan’ın hoşuna giden şeyleri sürekli dillendiren kişiler. Dolayısıyla Erdoğan farklı bir ortamda aslında yaşıyor. Her söylediği yüzde yüz oluyor. Hiç kimse efendim bu söylediğiniz olmaz ya da bu yanlıştır ya da bunun şu şu sakıncalı sonuçları ortaya çıkabilir diye söylemiyor veya söyleyemiyor. Bunu bir dönem bir Sayın Başbakana beni ziyarete geldiğinde Erdoğan’ı biraz bana anlattı, bazı yanlışları... Kendisine söyledim, “neden bunları söylemiyorsunuz yani bunları söylemeniz lazım, yanlış olduğunu söylemeniz lazım.” Elini iki tarafa açarak “kim söyleyecek Kemal Bey” dedi.

Şimdi dolayısıyla bu ruh halinde ve bu atmosferde siyaset yapan ya da ülkeyi yöneten bir kişinin, muhalefetin söylediklerini dinlediği zaman hani bizde meşhur laf vardır ya kan beynine sıçradı diye, böyle bir atmosferle karşılaşıyor, vay efendim bunu nasıl söyler. Herkes benim söylediğimi kabul ederken bu insan nasıl benim söylediklerimi reddeder veya kabul etmez diye.

Aslında bakın Tayfun Bey, yaşadığımız süreç birlikte olmamızı zorunlu kılan bir süreç aslında. Yani bir salgın hastalık var doğru, bütün dünyayı etkiliyor doğru, Türkiye’yi de etkiliyor, doğru. Sonuçta bizim insanlarımız hayatını kaybediyor, o da doğru. Ölenlerin siyasi kimliği, inançları ya da yaşam tarzlarının hiçbir önemi yok. Çünkü virüs kimi yakalıyorsa ya da kime bulaştıysa eğer bağışıklık açısından zayıfsa hayatını kaybediyor. Ölen bizim insanımız. Önlem alınması lazım evet doğru, ortak bir akıl oluşturmamız lazım. Biz nelerin yapılması gerektiğini söyledik. Bakın hiçbir eleştiri getirmeden nelerin yapılması gerektiğini üç ayrı toplantıda, ben üç ayrı toplantıda, birisi sosyal medyada, ikisi de basın toplantı şeklinde hiç kimseyi de suçlamadan şu şu önlemlerin alınması lazım diye söyledim. Ama dediğim gibi Erdoğan bunlara tahammül edemiyor, neden siz bunları söylüyorsunuz.

Hatta biz bir rapor hazırladık, raporu da kendisine gönderdim. Yani Sayın Erdoğan’a da gönderdim, Sayın Bahçeli’ye de gönderdim, Meral Hanım’a da gönderdim, HDP’ye de gönderdim, Bağımsız Türkiye Partisine de, diğer partilere yani parlamentoda grubu olan Saadet Partisine, liderlerin hepsine gönderdik. Yani nedir? Bizim görüşümüz budur, alınması gereken önlemler bunlardır diye. Hiç kimseyi de suçlamadan…

Şimdi Erdoğan bizim belediyelerin yardım yapmasından bir sefer çok büyük bir rahatsızlık duydu. Belediyenin görevi zaten o. Yani belediye başkanı ne yapabilir? Belediye başkanı bir salgın hastalık karşısında sessizliğini koruyabilir mi? “Hayır efendim bizim kontrolümüz altında yapsınlar.”

Bakın Tayfun Bey şu çok önemli. İstanbul Valisi, 39 belediye başkanını makamına davet ediyor, Büyükşehir Belediye Başkanını davet etmiyor. Neden?

Yavuz OĞHAN- Ne zaman oluyor efendim bu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- İlk bu Covid-19 olayı gündeme geldiğinde İstanbul Valisi davet ediyor. Ekrem Bey açıyor telefonu, “ben de Belediye Başkanıyım ve Büyükşehir’in Belediye Başkanıyım. Bütün İstanbullulardan bir anlamda belediye anlamında sorumlu olan bir kişiyim ben, beni neden davet etmiyorsunuz” diyor. Biz tabi şunu anladık. Tarih 30 Mart. 30 Mart’ta şunu anladık yani valiyle yapılan görüşmelerde Ekrem Bey’in davet edilmemesinin kendi iradesinin dışında oluştuğu şeklinde bir izlenim edinildi. Doğru mu? Evet, doğrudur yani Ekrem Bey bu işin tamamen dışında kalsın, biz bu işi halledelim kendi aramızda diye. Ekrem Bey de tabi Büyükşehir Belediye Başkanıdır, sorunlar var, herkese ulaşmak zorunda, ulaşırken hiçbir zaman bu bizim partili, bizim partili değil, bana oy vermedi diye bir arayış içinde değil. Tam tersine gerçekten de herkese eşit mesafede yaklaşmak ve sorunu çözmek istiyor. Elbette ki Valinin dışlanması gibi bir düşünce söz konusu değil. Vali dışlıyor. Yoksa Ekrem Bey Vali davet ettiğinde elbette gidecektir. Merkezi hükümetin temsilcisidir. Merkezi hükümetin temsilcisi hangi yollarla, hangi yöntemlerle sorunun nasıl aşılacağını oturup tartışabilirler. Herkesin bir görevi olur o görev çerçevesinde belediyenin görevi olur, valiliğin görevi olur, polisin görevi olur, zabıtanın görevi olur. Bütün mesele nedir? Sağlıklı, tutarlı bir eşgüdümü sağlamak ve sorunu en kısa sürede ve en rahat şekilde çözmek. Mesele budur. Ama hayır belediye başkanları bunu yapmasınlar. CHP’li belediye başkanları bunu yapmasınlar. Bağış kampanyası açıyor, açamazsınız diyor. Yasaya aykırı. Açın belediye kanununu belediye gelirleri arasında bir maddede bağışlar var. Yani ben gidip bir belediyeye bağış yaptığım zaman belediye başkanı benim bağışımı niye kabul etmesin? Şartlı bağış yaparsam vatandaş olarak, ona kararı belediye meclisi veriyor. Çünkü şartlı yapıyor. Şartsız bağış yaparsa belediye başkanı, şartlı yaparsa belediye meclisi karar veriyor. Şimdi benzer uygulamanın aynısını AK Partili Belediye Başkanları da yapıyor. Yanlış mı yapıyor? Hayır, doğruyu yapıyorlar. Yani Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı da, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı da, Kayseri, Konya Büyükşehir Belediye Başkanları da, onlar da doğruyu yapıyorlar. Yani onlar da yardım yapıyorlar. Hiç kimse, bizden birisi kalkıp CHP’li olarak ne ben, ne Parti Sözcüsü, ne Grup Başkanvekilleri, ne Milletvekilleri neden AK Partili belediye başkanları veya MHP'li belediye başkanları yardım yapıyorlar, bu yardımı yapmasınlar, sadece biz yapacağız diye bir şey söylemedik. Tam tersine her belediye başkanı bu yardımı yapacaktır, yapmak zorundadır zaten, bir şekilde sorunu çözmek zorundadır.

Dediğim gibi, Erdoğan bunu siyasette bir virüs olarak algıladı ve bunun yanlış olduğunu söyledi. Efendim bunlardan bir anlamda hesap soracağım yani gerek Kılıçdaroğlu, gerek belediye başkanlarımızın Covid-19 gibi bir siyaset virüsü olduğuna, nasıl korona virüsle mücadelede onu yok edeceksek işte siyaset mühendisliği yapıp bizi de yok edecek. Bizi yok edemez.

Tayfun ATAY- Kemal Bey, şunu merak ediyorum. Bu süreç içerisinde sizin Cumhurbaşkanıyla bir temas arayışınız oldu mu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır.

Tayfun ATAY- Olmadı. Mesela şuradan düşünüyorum, yani Ekrem Bey Valiyle bir görüşme yapmak istiyor, yani böyle bir girişimde bulundu. Türkiye zaten bir kutuplaşmanın içerisinde yıllardır ve böylesi bir salgını da biz bu kutuplaşmanın içerisinden maalesef karşıladık, göğüsledik.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tayfun Hocam, burada toplumu birleştirecek olan, toplumun enerjisini bir sorunu çözmek için kanalize edecek olan kişi, ülkeyi yöneten kişidir. Ben şimdi Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı olarak, Beyler gelin görüşelim dediğim zaman bu doğru olmaz ve şık da olmaz. Diyecekler ki, kardeşim senin elinde ne yetki var, sen ülkeyi yönetmiyorsun, ülkenin bütçesi sana teslim edilmiş değil, sen sadece ve sadece anayasal olarak da, demokratik olarak da denetim hakkını ve önerme hakkını kullanabilirsin. Doğru; demokratik önerme hakkımı kullanırım, eleştiri hakkımı kullanırım ama benim ülkeyi yönetme gibi bir yetkim yok, ben bunu da biliyorum. Bu yetkiyi kullanan kişi siyasal partilerin liderlerini çağırabilmeli. Bana sordular, dediler ki Erdoğan sizi davet ederse gider misiniz bu sorunu görüşmek üzere. Elbette dedim. Çünkü ben 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da, ondan önce de ülke için hayati bir sorun varsa elbette gideriz yani ülke için hayati bir sorun var, insanlar hayatlarını kaybediyorlar hayır efendim biz kavga edelim. Böyle bir lüksümüzün olmadığı kanısındayım. Bunu da söyledim.

Erdoğan’a şunu da tavsiye ettim bakın; dedim ki anayasal bir kurumumuz var, Ekonomik Sosyal Konsey, şimdi insanlar sorun yaşıyorlar. Sorunu yaşayan kim? Esnaf, sanayici, turizmci, serbest meslek erbabı, işsiz, işini kaybetme riski olan kişiler, çiftçi bunların sorunları var. Nerede çözülecek bu sorun? Bunlar sorunu yaşayanlar. Bir de sorunu çözecek olan var. Sorunu yaşayanlar kim bunlar. Bunlar nerede yer alacak? Ekonomik Sosyal Konsey’de. Var mı? Evet, konsey var. Bu bir anayasal kurum mu? Evet, anayasal kurum. Çağırın bunları, hükümet olarak çağırın deyin ki arkadaş bakın bir salgın var, ciddi bir hastalık var, bütün dünya kırılıyor, herkes mücadele ediyor, sorunları çözmek için öneriler getiriliyor, siz de herhalde belli sorunlarla karşılaşıyorsunuz, ben bunları öğrenmek istiyorum. Sorarsınız, alırsınız yanıtları, sonra kendi kurmaylarınızla beraber bakın şu sorunlar var, biz bunları nasıl çözelim diye oturur görüşürsünüz. Bunu bile yapmadılar. Çünkü Erdoğan diyor ki, her şeyi ben bilirim, benim dışımda hiç kimse bir şey bilmez. Her şeyi ben öneririm, benim dışımda hiç kimse bir şey öneremez. Eğer birisine yardım yapılacaksa sadece ben yardımı yaparım, benim dışımda kimse yardım yapamaz. Benim dışımda hiç kimse bağış toplayamaz. Birisi bağış toplarsa, gönderir müfettişleri onlardan hesap sorarım. Şimdi müfettiş gidip ne diyecek? Niye bağış topladın. Topladım, yasada yetki var.

Yavuz OĞHAN- Dedi herhalde zaten?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet, soruşturma açtı ama soruşturma açması bir şey yani müfettiş ne soracak, Allah aşkına Yavuz Bey ne soracak. Niye bağış topluyorsun? Yasada var açacak belediye yasasını gösterecek ilgili maddeyi burada var zaten diyecek. Vatandaş geldi bana bağış yapıyor, ben de o bağışı kabul ediyorum. Kaldı ki, Yavuz Bey burada bir şey daha var o da çok önemli. Toplanan bağışlar belediye bütçesinde yer alıyor. Artı belediye bütçesinde yer aldığı için İçişleri Bakanlığının denetimi var, Sayıştay’ın denetimi var, İçişleri Bakanlığı Kontrolörlerinin denetimi var, yani denetime açık bir şey bu. Yani belediye başkanı alıp bu parayı cebe atarsa, tak diye yakalayacaklar. Veya amaç dışı bir yerde kullanmışsa gene tak diye yakalayacaklar. Oturursun, eleştirirsin, görevden alırsın, başka şeyler yaparsın ama daha ortada hiçbir şey yokken hayır diyor yapamazsın, kampanyayı ben açtım, getirip bana yardım edeceksin.

Yavuz OĞHAN- Peki niye mesela CHP siz destekliyor musunuz, oraya bir yardım yaptınız mı? Niye CHP madem öyle peki biz de orayı destekliyoruz der mi, diyebilir mi, demeli mi, dediniz mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Nereyi destekliyoruz?

Yavuz OĞHAN- Biz bize yeteriz kampanyasını.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Yavuz Bey, ben doğrusunu isterseniz o kampanyayı gereksiz bir kampanya buluyorum. Bakın belediye kampanya açabilir, belediyenin gelirleri bellidir. Belediyeler para basamazlar. Belediyeler bir yasal çerçeve içinde hareket etmek zorundadırlar. Siz devlet olarak vermeniz gereken bir yerde vatandaşa el avuç açıp isterseniz devlet olarak görevinizi yapmamış olursunuz. Parayı kim verdi ağırlıklı olarak? Kamu kuruluşları.

Yavuz OĞHAN- Sanıyorum en fazla Merkez Bankası verdi.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi yani devletin kuruluşu zaten bunlar. Yani siz kendi kendinize bir şeyler yapıyorsunuz. Amaç neydi? Amaç, belediyeler yardım kampanyası açarsa önüne geçmekti. Onları yardım yapamaz konuma getirmekti. Çünkü şöyle bir propagandası vardı Erdoğan’ın, “sakın ha CHP’ye oy vermeyin, bunlar iktidar olurlarsa bütün yardımları keserler…”  Bir baktı ki Erdoğan hiçbir yardım kesilmiyor. Tam tersine yardımlar arttı. Tam tersine hiç ayrım yapılmadı. Tam tersine gerçekten ihtiyaç sahiplerine ulaşıldı, onlara verildi. Tam tersine İstanbul’da İzmir’deki gibi süt kampanyası açıldı, bütün yoksul ailelerin çocuklarına her sabah sütleri götürüldü, sütleri bırakıldı, çocuklar süt içmeye başladılar. Erdoğan bunu da eleştirdi, “hani sen süt verecektin, niye vermedin” diye. Ekrem Bey gayet makul bir şekilde cevap verdi, “bizim yaptığımız yardımda sağ elin verdiğini sol el görmez, biz bunu zaten aylardır yapıyoruz” dedi.

Şimdi düşünebiliyor musunuz, anlayış farkına bakın. Hiçbir ayrım yapmadan herkese yaklaşan, herkese sıcak ilgi gösteren bir ortamda yola çıkıyoruz. Tabi Erdoğan’ın bütün ezberleri tuzla buz oldu, bütün iddiaları tuzla buz oldu. Dolayısıyla şimdi hedefe CHP’yi koyacak, çünkü bir düşman lazım kendisine, düşman olmadan olmuyor yani bir düşman lazım, CHP’yi düşmanlaştırmak istiyor.  

Akif BEKİ- Sayın Kılıçdaroğlu, bu sabah FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın konuğu Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’di. Fatma Şahin’e belediyelere ekmek dağıtma yasağı sorulduğunda bir teklifte bulundu Sayın İmamoğlu’na. İstanbul Valisini Antep’ten tanıdığını söyledi, eğer İstanbul Valisiyle temas kurarsa işbirliği gelişebileceğini ve birlikte çalışabileceklerini dolayısıyla kendisinin de belediye olarak bu yardımları yapmasına izin verilebileceğini söyledi. Antep’te de zaten kendileri Cumhurbaşkanlığı kampanyasından sonra nakdi yardımları oraya bırakmakla birlikte ayni yardımlara devam ediyorlarmış. Ayni yardım ekmeği de kapsıyordur herhalde. Ne diyorsunuz acaba bu bir çözüm olabilir mi? Yani Vali Beyle konuşarak bunu aşabilir mi İmamoğlu ve diğer CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanları?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Akif Bey, zaten yapıyorlar. Yani bu yasağın hiçbir yasal dayanağı yok zaten. İstanbul Belediyesi sadece Ekrem Bey zamanında değil yani ondan önceki belediye başkanları da ihtiyaç sahibi pek çok aileye bedava ekmek veriyordu. Şimdi diğer belediye başkanlarının hakkını yemeyelim. Sadece biz yaptık dersek bu da yanlış yani. Daha önce Sayın Kadir Topbaş, ondan önceki belediye başkanları, ihtiyaç sahibi ailelere ekmek veriyordu, hatta ekmek değil ekmek dışında başka yiyecekler de veriyorlardı. Ayrıca belediyelerin zaten belli kendilerine özgü fonları vardır, ihtiyaç sahibi ailelere nakit para da verirler. Cenaze götürecek bir yere parası yoktur, tamam ambulans verir, ihtiyaç varsa cebine beş on kuruş para koyarlar yani bu zaten bütün belediyelerin yaptığı bir şey…

Akif BEKİ- Belki o zaman bu paralel devlet çabası değildi de acaba şimdi mi paralel devlet faaliyeti oldu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Akif Bey, ortada bir paralel devlet yok zaten. Bir merkezi hükümet var, bir de yerel yönetimler var.

Akif BEKİ- Paralel oluştu diyorlar öyle olunca.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır efendim, paralel olmaları mümkün değil zaten. Çünkü merkezi otorite, yerel yönetimi her zaman denetler zaten. Şimdi bizim belediye başkanlarımızı mesela açığa alıyor. Kim alıyor? İçişleri Bakanlığı alıyor, merkezi yönetim alıyor. Paralel olsa alır mı? Alamaz. Kaldı ki, merkezi yönetim her türlü denetimi yapar ve denetim yapmaya da hakkı vardır. Olması lazım mı? Evet, olması lazım yani yerel yönetim gerçekten de yasaların öngördüğü çerçevede hareket ediyor mu, etmiyor mu bir başka gücün bunu denetlemesi lazım. O güç nedir? Merkezi yönetimdir. Gelirine bakar, giderine bakar, belediye başkanı, belediyede çalışanlar yolsuzluk yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı bunları araştırır, bunları denetler. Son söz merkezi yönetimindir zaten. Belediye, yasalarla kendisine verilen görevleri yapar. Şimdi ramazan ayında ne yapıyordu belediyeler? Sokak iftarları yapıyorlar, iftar çadırları yapıyor. Bir yerden izin alıyorlar mı? Hayır almıyorlardı. Bizim belediyeler de yapıyordu ama o zaman bu 11 Büyükşehir Belediyesinin büyük bir kısmı AK Parti’deydi o zaman hiç sesleri çıkmıyordu. Bizim belediyeler yapınca, hayır bir dakika siz yapamazsınız… Neden? O yetki bize ait, biz yapacağız diyorlar. Yanlış buradan başlıyor.

Şu var, onu da söyleyeyim Akif Bey, asla valiyi belediyelerin altında bir pozisyonda görmüyoruz. Vali; merkezi yönetimi yani devleti de, hükümeti de temsil eden kişidir. Üç kişi zaten arabasında Türk bayrağı taşır; bir Cumhurbaşkanıdır, iki Validir, üç Büyükelçidir. Üçü de pozisyon olarak hem devleti, hem hükümeti temsil ederler. Belediye Başkanı sadece kendi beldesiyle ilgilenir. Yani kendi beldesinin sorunları varsa yasanın öngördüğü çerçeveler içinde, geliri vardır harcamaları vardır ve merkezi hükümette bunları denetler. Biz böyle bakıyoruz zaten. Ortada paralel maralel diye bir şey yok. Sadece CHP’li belediyeleri acaba nasıl kıstırabilirim, nasıl bunları düşmanlaştırabilirim, nasıl itibarsızlaştırabilirim diye böyle bir söylem geliştirdi Erdoğan. Ama ne yaparsa yapsın belediye başkanları yasalardan kaynaklanan haklarını elbette kullanacaklardır.

Yavuz OĞHAN- Şimdi ben de aslında bu tartışmalarda gündeme gelen, üzerinde pek de böyle ısrarla durulan bir mesele, dün de Cumhurbaşkanı söyledi, Adana’daki sahra hastanesi. Yani bu iş bir yardım kampanyalarıyla başladı, devamında sahra hastanesiyle devam etti, Mersin Belediyesinin “ekmek dağıtamıyorum” mesajıyla birlikte iyice zirveye de ulaştı. Bugün o da bir açıklama yapmış, “Akdeniz Belediyesi ekmek dağıttığını sosyal medyadan duyuruyor, biz kurallara uyuyoruz, dağıtamayacağımızı duyuruyoruz, bunun üzerine tartışma çıkıyor tam anlayamadım bu meseleyi” diyor. “Onlara serbest bize yasak mı? Biz kurallara uyduğumuz için bir sıkıntı mı var” diyerek. Şimdi Adana’da da sahra hastanesi, paralel bir yaklaşımın ürünü olarak gösteriliyor ve Sağlık İl Müdürlüğü bildiğim kadarıyla orayı da mühürledi. Yani aslında nereye el atılsa CHP tarafından, orada bir dur bakalım gibi bir mesaj da var. Bunun yanında da il ve ilçe başkanlıklarının kapılara kadar gidip yardım dağıtma gibi bir takım görüntüler de paylaşılıyor ve Sinop’ta da maske dağıtımı bugün itibariyle görüyoruz, AK Parti il başkanlığının dağıtımı. Yani ne diyorsunuz, böyle bir çelişki var gibi görünüyor, zaten belediye başkanı ondan isyan etmiş.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi sahra hastanesi hepimizin bildiği bir hastane zaten, adı üstünde sahrada yani boş bir alanda, acil durumlarda hastanın yattığı yer, yani sahra hastanesi bu. Bizim orduya söyleyin, bir sahra hastanesi kursa 48 saat içinde kurar, en geç yani. Sahra hastanesi bu. Şimdi sahra hastanesi niye kuruldu? Kurulma nedeni şu, eğer bir yoğunluk olur, yoğun bakım yetersiz olursa veya yoğun bakım dışında bazı hastalar için, Covid-19’a yakalanan hastalar için özel bir yerde bakıma ihtiyaç duyulursa diye belediye bunu yapıyor. Kullanılır veya kullanılmaz, buna karar verecek olan Sağlık Bakanlığıdır, belediye değildir. Yatacak hastaya da karar verecek olan belediye değildir, ilgili doktorlardır. Şimdi Sağlık Bakanlığının oradaki temsilcisi gelip burayı mühürlüyor. Ortada mühürlenecek bir şey yok ki. Kullanılmıyor ki mühürlensin. Yani akıldan yoksun, mantıktan yoksun kararlar alıyor. Yok böyle bir şey aslında. Bir hastane yapılıyor eğer ihtiyaç olursa kullanın, ihtiyaç olmazsa zaten kullanılmıyor orası. İhtiyaç olup olmadığına kim karar verecek? Belediye Başkanı değil oradaki sağlık yönetimi karar verecek. Diyecek ki, çok sıkıştık bir yere ihtiyacımız var. Buyurun sahra hastanesi burada.

Bu nedir biliyor musunuz Yavuz Bey? Bu şudur, basiret sahibi bir insan sorunu önceden görür, tahmin eder ve önlemini alır. O yüzden Türk Ticaret Kanununda meşhur hüküm vardır, her tüccar basiretli işadamı gibi davranmak zorundadır gibi böyle bir kural vardır. Yoksa ben işte zarar ettim değil. Basiretli davranacaksınız, sorunu göreceksiniz. Bütün uygar ülkeler böyle yaparlar. Tehlikeyi görür ama o tehlikenin riskini asgariye indirmek için önlemini alır. Belediye başkanı da bunu yapmış. Şimdi Erdoğan sırf kendi yandaşına ihale vermek için sahra hastanesi değil Atatürk Havalimanı’nın iki tane pistini altüst ederek, perişan ederek ya da yıkarak, bozarak oraya özel bir hastane yapılıyor, adına da sahra hastanesi diyor. Yok efendim o sahra hastanesi değil. İhaleyle, ihale de değil, bir kişi davet ettiler dediler ki sen gel şuraya bir hastane yap... Onu mukayese ediyor Erdoğan. Oysa o değil orada başka bir şey var, başka bir amaç var.

Bakın Yavuz Bey, Atatürk Havalimanının binası morgu var, tuvaletleri var, havalandırma sistemi var, camisi var yani mescidi var, artı oteli var, artı metrosu var, her şeyi var. Süratli bir şekilde hastaneye dönüşebilir. Yani çok büyük yatırımlar yapmadan her şeyi hazır. Orayı yapmadılar. Niçin? Çünkü yandaşa ihale vermek lazım, yani para vermek lazım. O bile istismar edildi, o bile yani. Şimdi içim acıyor; gerçekten bu milletten, fakirden, fukaradan, yeni doğmuş çocuktan vergi topluyorsun. Bakın bu hastaneyi kaça verdiler bilen var mı? Yok. Şimdi Erdoğan geçen gün, gene Erdoğan’dan açılmışken gene keyifli bir şey anlatayım onu size… Konuşuyor, vay efendim işte biz şehir hastaneleri yaptık, şehir hastanelerine bunlar karşıydı gibi bir sürü laf etti geçen gün. Maltepe’de Ekonomi Forumu yaptık, 1 Aralık 2019. Orada şöyle demişim, “Hastane yapıyoruz diyorlar, güzel hastane yapın. Şehir hastaneleri yapıyoruz diyorlar, yapın gayet güzel. Havaalanları yapıyoruz diyorlar, gayet güzel yapın. Otoyollar yapıyoruz diyorlar, gayet güzel yapın. Ama bir şey soruyoruz, bunları kaça yaptınız, ben bu soruyu merak ediyorum.” Bakın ben bu soruyu soruyorum, onlar diyorlar ki, “Kılıçdaroğlu hastaneye karşı, yola karşı, köprüye karşı, metroya karşı.” Efendim karşı değilim. Ben sadece vergi veren sade bir vatandaş olarak bunu kaça yaptın, kaça mâl ettin ben bunu öğrenmek istiyorum. Bu ülkede yaşayan her vatandaşın sorması gereken en doğal soruyu, en sıradan soruyu soruyorum ama suçlanıyorum. Ben istirham ediyorum, sizlerden de istirham ediyorum, sizler de bu soruyu sorun, kaça yaptınız ben bunu öğrenmek zorundayım, bilmek zorundayım. Çünkü sonuçta bu parayı ben ödüyorum, benim çocuğum ödeyecek, benim torunum ödeyecek. Ben bunu soruyorum, sen şehir hastanelerinin yapılmasına karşısın diyor. Ben bu soruyu soruyorum, metroya karşısın diyor. Ben bu soruyu soruyorum, havaalanına karşısın diyor. Ben bu soruyu soruyorum, efendim köprülere karşısın. Ya arkadaş karşı değilim, yap, ben sana itiraz etmedim. Ben sadece masum bir soru soruyorum; kaça yaptın sen bunları, kaç lira garanti verdin sen bunlar için? Çünkü sonuçta bu parayı ben ödeyeceğim. Erdoğan kendi cebinden ödeyecekse, kendi servetinden ödeyecekse doğrudur, ben bu soruyu soramam, haklıdır orada, ama bu parayı benim cebimden ödüyorsa benim bu soruma cevap vermek zorundadır.

Yavuz OĞHAN- Tayfun Hocam, ilk uçak seyahatinde Cumhurbaşkanıyla beraber çıktığınız ilk uçak seyahatinde bu soruyu biz de bekliyoruz sormanı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tayfun Hoca uçağa binecek mi? Davet gelecek mi?

Yavuz OĞHAN- Belki korona değiştirirse diye şey yaptım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Olabilir.

Yavuz OĞHAN- Hocama sipariş verdik Sayın Kılıçdaroğlu.

Tayfun ATAY- Ne yapsak, ne etsek işte uğraşıyoruz elimizden geldiği kadar soruyoruz Sayın Kılıçdaroğlu’na niye böyle yani çok zararlı bir virüs haline geldiniz diyoruz, diyoruz ama…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ne kadar tehlikeli sorular soruyorum.

Tayfun ATAY- Şimdi ben izninizle bu infaz yasası konusunu biraz açalım istiyorum Kemal Bey. Şimdi tabi yasa AKP ve MHP’nin oylarıyla geçti, korkunç bir adaletsizlik algısı ve duygusu yaratarak geçti. İşte tecavüzcüler dışarıda, kadına şiddet uygulayanlar dışarıda, organize suç örgütü elebaşları dışarıda, işte rüşvet alan dışarıda ama rüşveti yazan içerde, gazeteciler, düşünürler, aydınlar içerde. Böyle bir tablo ortaya çıktı. Dolayısıyla hani meşhur söz, Aziz Augustinus ’un sözü biliyorsunuz, işte “bir devlet adalet yoksa eğer çeteden başka nedir ki...” Tam böyle bir daha önce de Türkiye bunları yaşadı da, böyle bir süreçte yaşıyor olmak korona krizi sürecinde yaşıyor olmak da çok çok daha vahim ve çok çok daha acı. Bu süreçte tabi dikkatimizi çeken nokta, Meclis’teki oylamada CHP bütün milletvekilleriyle yer almadı. Çeşitli nedenler söylenebilir elbette ama sembolik açıdan yani tarihe bir not düşmek açısından tabi diğer partiler için de muhalefet partileri için de söz konusu, hani sonucu değiştirmeyecek denilerek belki böyle bir şey oldu ama yani neden böyle oldu, neden CHP orada olmadı? Her şeye rağmen, sanırız ki sembolik anlamı da olsa tarihsel açıdan çok önemli bir tablo oluşabilirdi diye düşünüyorum ben. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tayfun Hocam şöyle, infaz yasa taslağı ya da teklifi, artık yasa tasarısı yok çünkü bakanlar kurulu yok Parlamentoya verildiğinde arka kapı diplomasisi çok zorlandı. Yani sizin üzerinde durduğunuz hani yazarlar, çizerler, düşünürler, sivil toplum örgütünün üyeleri, bunlarla ilgili bunda bir haksızlık var yani bu haksızlığı bir şekliyle gidermemiz lazım diye. Fakat bir türlü ikna edilemedi. Yani ikna edilemediği için bu şekliyle infaz yasası çıktı. Bütün arkadaşlarımız sabahlara kadar çalıştılar, onun hakkını yemeyim. Bütün arkadaşlarımız sabaha kadar belki bizler evimizde uyurken onlar sürekli çalıştılar. İkna etmeye çalıştılar AK Parti’yi ve MHP’yi yapılan yanlışları hatırlatmak istediler ama olmadı. O arada bir de özel düzenleme yapıldı bir teklifle. Barışlar’ın dışarı çıkmaması için özel bir düzenleme yapıldı, o da ilave edildi oraya. Ona da arkadaşlarımız itiraz ettiler ama tabi sonuçta iş parmak hesabına gelince yasalaştı. Son gün bu korona virüs nedeniyle aslında arkadaşlarımızın toplu olarak bulunması Grup Başkan Vekilleri tarafından istenmedi ve doğru bulunmadı. Zaten sayısal olarak tablo meydandaydı. Dolayısıyla hani sınırlı sayıda milletvekilinin katılması istendi Grup Başkanvekilleri tarafından. Yoksa özel bir kasıt, hani özel olarak gelinmiş değil. Ama Parlamento tutanaklarında arkadaşlarımızın yaptığı bütün itirazlar bütün ayrıntılarıyla bir şekliyle yer alıyor. Anayasa Mahkemesi’ne gitme konusunda da bir çalışma yapıldı. Yanlış hatırlamıyorsam yarın şekil yönünden Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak. Onun dilekçesi hazırlandı. Daha sonra da belli bir zaman dilimi içinde de normal iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak.

Çıkan infaz yasası toplumu rahattı mı? Hayır, toplumu rahatlatmadı. Bırakılan birisi zaten hemen bırakıldıktan iki gün sonra yeni bir cinayet işledi. Şimdi düşünce suçluları demokrasilerin kabul edeceği bir şey değil. Yani insanlar düşüncelerinden ötürü ya da farklı düşüncelerinden ötürü yargılanamazlar. İçinde hakaret olmadığı sürece olmaması lazım. İnsanlar özgürce düşünebilmeli, düşüncelerini ifade edebilmeli. Bizim siyaset tarihimizin geçmişten gelen böyle bir önyargısı var. Yani farklı düşünen insanlara farklı tepki göstermek ya da onlara şiddet uygulamak veya hapse atmak gibi. Bu hemen hemen bizim cumhuriyet tarihimizde her dönemde oldu bu. Ama artık 21. yüzyıldayız yani bunu aşmak zorundayız, bunu aşalım artık. İnsanlar farkı düşünebilsinler, özgürce tartışabilsinler, bu kapıyı bir açalım artık dedik ama olmadı. İnşallah bundan sonra olur, öyle diyelim yani.

Akif BEKİ- Sayın Kılıçdaroğlu, korona tedbirleri kapsamında sosyal mesafe gereği milletvekillerinizin oylamada yeterince bulunmadığını söylediniz, öyle anladım ben. 23 Nisan’da Mecliste Sayın Cumhurbaşkanı katılmayacak ama siz katılma konusunda ısrar ettiniz, ediyorsunuz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, gene sınırlı sayıda milletvekili katılacak. Yani bütün milletvekillerimizi çağırmadık yine. Yine orada da sosyal mesafe büyük bir olasılıkla korunacak zaten. İnfaz yasası görüşmelerinde nasıl yapıldıysa aşağı yukarı aynı şey bir şekliyle gerçekleşecek. Yanlış hatırlamıyorsam bugün gazetelerde okudum, Sayın Bahçeli de katılacak, o yönde bir iradesinin olduğu ifade edilmiş. Tabi biz mutlu oluruz. Çünkü şöyle Akif Bey, 100. yıl aslında bütün ülkelerin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Yani Parlamentoyu kurmuşsunuz 23 Nisan 1920’de, aradan 100 yıl geçmiş, savaş döneminde bile parlamentoyu kapatmamışsınız, en zor dönemlerde bile hatta 15 Temmuz hain darbe girişimi olduğu zaman bile siz Parlamentoyu açık tutmuşsunuz, yukarıdan bombalar yağarken. 23 Nisan dolayısıyla da böyle önemli bir gün. Önemli bir günde en azından bizim araya gelmemiz lazım. Tamam bir salgın hastalık var doğrudur, hayatın bir gerçeğidir o da. Belli bir mesafeyi koruyarak bir anma yapabiliriz, düşüncelerimizi bir şekliyle aktarabiliriz. Bu çerçevede umuyorum 23 Nisan’da da güzel bir gün olur Parlamentoda.

Sayın Erdoğan zaten Parlamentoya geldiğinde yukarıda bir yeri var yani basın mensuplarının izlediği, genel kurulu izlediği yerin iki kanadında konuklar oluyorlar. Bu kanatlardan birisi de localar. Bu kanatlardan birisinde Cumhurbaşkanına, işte Genelkurmay askeri erkana, büyükelçiler öbür tarafta hazır bulunuyorlar. Tabi 23 Nisan günü localarda davet edilenler gelir mi, gelmez mi veya davet hiç yapıldı mı, yapılmadı mı onu da bilmiyoruz ama 23 Nisan günü önce Anıtkabir’deki, sonra genel kuruldaki toplantılara katılacağım.

Tayfun ATAY- Yavuz, bununla bağlantılı olarak Akif’in sorusuna ek olarak aslında şunu da belki sormak gerekiyor. Meclis Başkanının bir açıklaması oldu, dün Faik Öztrak da böyle bir soru almıştı, acaba Kemal Bey ne düşünüyor merak ediyorum. Meclis Başkanı Sayın Cumhurbaşkanının katılmayacağını söyledi Meclis’teki törene ve o yüzden parti başkanları da katılmasınlar şeklinde bir görüş beyan etti. Dolayısıyla hani Akif de tam işte benim sorumla bağlantılı olarak Meclis’te olacaksınız sınırlı grup bunu açıkladı Kemal Bey. Peki bununla ilgili ne düşünüyor? Yani bu türden bir hani Meclis…

Yavuz OĞHAN- Şentop’un açıklamasıyla ilgili?

Tayfun ATAY- Evet, Şentop’un açıklaması.

Akif BEKİ- Balkonlardan İstiklal Marşı okuma çağrısı var, ona icabet edecek misiniz mesela?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Herkes evinin balkonundan veya penceresinden İstiklal Marşı okusun. Evimize bayrağımızı astık yani her vatandaş gibi evimize bayrağımızı astık, apartmanın girişinde, güller henüz açmadı ama küçük bir yer var böyle güllerin olduğu, oraya da bayrağımızı astık polis kulübesinin yanına. Dolayısıyla hani ortam olursa okuruz tabi. İstiklal Marşını her yerde, her ortamda okuruz, niye okumayalım. Sonuçta bizim marşımız yani Ulusal Marşımız.

Ben Sayın Erdoğan’ın Covid-19 dolayısıyla Parlamentoya gelmemesini aslında doğru bulmuyorum, gelmesi lazım. Nedeni de şu, zaten kendisi yukarıda bir yerde yani tek başına oturabilir orada veya gerekli önlemler alınabilir yani kendisine bir bulaşma olacağını pek sanmıyorum yani gerekli önlemler alınabilir. Ama tabi sonuçta takdir kendisine ait. Benim burada yadırgadığım şu, Erdoğan’ın gelmemesini TBMM Başkanı’nın kendisine önermiş olması. Siz niye öneriyorsunuz ki Sayın Cumhurbaşkanı siz meclise gelmeyin diye? Böyle bir hakkı da yok, yetkisi de yok yani. Siz onun iradesine neden müdahale ediyorsunuz? Ben gelmek istiyorum, ne diyorsun diye sorarsa ona bir şey demem. Ama ben söyledim diyor, sen gelme, Genel Başkanlar da gelmesin. Ne yapacağız biz?

Yavuz OĞHAN- Hukukçuydu bildiğim kadarıyla kendisi değil mi? Yani doktor değil herhalde, hukukçuydu bildiğim kadarıyla Mustafa Bey?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.

Yavuz OĞHAN- Acaba Bahçeli size niye Cumhurbaşkanından daha kızgın davranıyor, niye daha çok eleştiriyor, daha çok sanki içinde hakaret bulunan cümlelerde kuruyor son dönemde? Hatta sizin yargılanmanızı istiyor. Niye daha çok kızgın size?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yanıt vermediğimiz için. Gerek yok.

Yavuz OĞHAN- Bu da onlardan biri mi diyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet, gerek yok.

Yavuz OĞHAN- Çünkü dün yaptığı açıklamada da buna ilişkin yani size ilişkin çok ciddi yine eleştiriler vardı. Bir de PKK, FETÖ benzetmesi var yani paralel devletle birlikte CHP’li belediyelere. Bu yardım kampanyasından bugüne kadar devam eden bütün konuşmalarda altı çizilen hususlardan birisi. Onlar başarılı olamadı CHP de olamayacak diyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yavuz Bey, hiçbir zaman seçim döneminde terörist başı Apo’dan yardım istemedik. Onlar yardım istediler. Daha ne söyleyeyim ben?

Akif BEKİ- Bununla ilgili kısa sorayım yeri gelmişken. Yani soruşturma açılması isteniyor sizinle ilgili, Sayın Kılıçdaroğlu’na. Ben de merak ediyorum bu CHP’li belediyeler halka ayrı baş çekerek yardım etmekte ısrar ve inat ederlerse bu iş nereye kadar gider, nerede durur? Acaba paralel devlet girişimlerinin odağı haline gelmekten bu belediyelere soruşturma açılabilir mi? Kapatma filan talep edilebilir mi? Böyle bir endişeniz var mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle bir endişem yok. Çünkü onlar da yaptıkları işin yanlış olduğunu biliyorlar. Yasal altyapısının olmadığını da biliyorlar. Banka hesaplarını bloke ettiler, nakit olarak bağış olarak yatırılan banka hesaplarını bloke ettiler. Onun dışında zaten yapacakları bir şey yok.

Yavuz OĞHAN- Türkiye’de koronayla mücadeleyi nasıl buluyorsunuz? Birde korona sonrası için bir beklenti sormak isterim. Tabi koronayla ilgili sürecin ne zaman biteceğine ilişkin de bir tahmininiz var mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben hekim değilim, dolayısıyla o konulara girmek istemem. O konular hekimlerin görevidir. Hele hele her konuşmasında, her ortamda liyakati savunan birisi olarak kendimi bir başka mesleğin pozisyonuna koyup o konuda cevap vermeyi de doğru bulmuyorum. Ama ben de hekimleri büyük bir dikkatle izliyorum. Burada hepimizin üzerinde durması gereken temel nokta şu, pandemi konusunda bir yıl önceden çok güzel bir rapor hazırlanmıştı Sağlık Bakanlığı çalışanları tarafından, hekimler ağırlıklı orada, 229 sayfalık bir rapor. Yani bürokrasi aslında her şeye hazırdı kabul etmek lazım. Siyaset buna hazır değildi. Çünkü siyaset aslında buna ön hazırlığını yapmak durumundaydı. Çin’de çıktı, başka yerlere sirayet etti dolayısıyla Türkiye’ye gelmesi kaçınılmazdı. Avrupa’ya gitti, bütün komşularımızda vardı. Biraz ağırdan aldılar, biraz küçümsediler, biraz önem vermediler ama sonuçta bazı kararlar alındı.

Şunu söylemek isterim, tıp açısından yani Türkiye’deki hekimlerin nitelikleri ya da personelin niteliği açısından Avrupa’nın, sadece Avrupa’nın değil aslında dünyanın en nitelikli hekimlerini yetiştiren bir ülkeyiz. Bunun altını özenle çizmek isterim. Çünkü bizde en başarılı öğrenciler yani üniversite sınavlarında en yüksek puanı alan öğrenciler uzun yıllar ve hala öyle tıp fakültelerini tercih ederler. Yani en yetenekli insanlarımızın doktor olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Biz dolayısıyla hep beraber sağlık dünyasını, sağlık ekiplerini, doktorları, ebeleri, hemşireleri, yoğun bakım çalışanlarını hepsini alkışladık. Çünkü onlar alkışı hak ediyorlardı. Bu arada onların yıllardır beklediği bir şey vardı sağlıkta şiddetin önlenmesiyle ilgili olarak. O konu da halledildi yine parlamentoda oybirliğiyle. CHP’nin verdiği teklifi vay efendim CHP verdiği için reddettiler, sonra biz veriyoruz dediler. Verin tabi hiç önemli değil. Önemli olan sonuç almaktı zaten. O sonuç da bir şekliyle alındı.

Şimdi şöyle bir şey Yavuz Bey, dünya yeni bir sürecin içine girdi daha doğrusu. Yani yapılar gözden geçiriliyor, siyaset gözden geçiriliyor, uygulamalar gözden geçiriliyor. Dolayısıyla her şeyin eskisi gibi olamayacağı ve yeni bir dünyanın bir şekliyle inşa edileceği yönünde görüşler var. Bazılarına göre daha radikal unsurlar, diktatörler, yöneticiler, otokratlar gelecek bunlar güçlenecek. Bir başka güçte hayır demokrasi, sosyal demokrasi güçlenecek vs. diye görüşler var.

Benim şahsi kanaatim şöyle, eğer bir otoriter yönetimin elinde çok güçlü finansman imkanları olursa Trump gibi ve böyle güçlü olursa ve bu parayı ve gücü bu süreç içinde halk için kullanırsa kendi gücünü koruyabilir. Ama ekonomik olarak o kadar gücü olmayan ve bir anlamda kefen parasını bile kullanmış olan bir siyasal iktidar gelecektir bir yerde duvara toslayacaktır ve biz hepimiz oturacağız yeniden düşüneceğiz. Sade vatandaşı da düşünecek, bilim insanı da düşünecek, gazetecisi de, sanatçısı da oturup düşüneceğiz hep beraber. Bir, neden biz bu noktaya geldik; iki, buradan nasıl çıkarız diye. Bana göre buradan çıkışın yolu birinci yolu şu, öncelikle demokrasiye hepimizin inanması lazım. Biz cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırdığımız zaman çok önemli bir adımı atmış olacağız.

İkincisi de sosyal devlet dediğimiz kavramın gücüne inanacağız. Sosyal devlet aslında bugünler için olan devlettir. Yani ihtiyaç sahibine ulaşan, ihtiyaç sahibine sen yalnız değilsin hani cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir diye tanımladığımız cumhuriyet aslında demokrasiyle taçlandığı zaman herkese sahip çıkan, herkese asgari bir gelir güvencesi sağlayan ki biz bunu aile yardımları sigortasıyla öneriyoruz. Böyle bir devlet modelinin giderek güçleneceği kanısındayım ben.

Avrupa’daki kuzey ülkeleri yıllardır izledikleri sosyal politikalarla çok büyük başarılara imza attılar. Biz de umarım sosyal devleti yeniden ve güçlü bir şekilde inşa ederiz. Demokrasi içinde tabi inşa ederiz ve daha güzel bir geleceği birlikte kurarız.

Ben karamsar değilim. Ben halkın bütün bu olayları görüp düşünerek önümüzdeki süreçte karar vereceğine inanıyorum.

Yavuz OĞHAN- Siyasi olarak seçimi de erkene çeken bir etken olabilir mi bu sizce?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim için fark etmiyor. Yani seçim erken de olabilir, zamanında da olabilir. Seçime karar verme yetkisi bir kişiye ait biliyorsunuz, Erdoğan’a ait, Erdoğan karar verirse. Çünkü şöyle bir şey, Parlamento var doğru, 600 milletvekili var doğr,u ama çoğunluğunun iradesi bir kişiye bağlı. Yani çoğunluğun iradesi ipotek edilmiş vaziyette. Ne derse o oluyor. Aksini söylese yani şöyle yapın deyip ertesi gün niye öyle yaptınız böyle yapın dediği zaman ertesi gün bütün o görüşler değişiyor, bütün eller o çerçevede havaya kalkıyor. Parlamentoda yasa yapma parlamentonun özgür ve bağımsız iradesiyle gerçekleşmiyor. Bunu da bilmemiz lazım. Bizim tek adam rejimi dediğimiz her süreçte kararı bir kişiye bağlamamız ve bunun doğurduğu sakıncaları da bir şekliyle görmemiz gerekiyor. Sanıyorum önümüzdeki süreçte halk bunu biraz daha net görmüş olacaktır.

Yavuz OĞHAN- Çok teşekkür ediyoruz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim ben de teşekkür ederim.