Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Cumhurbaşkanı’na “Sultanım” diye hitap ederken aslında bir gerçeği ifade ediyor. Son örneğini ÖTV düzenlemesinde görüyorsunuz. ÖTV oranlarını belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na devrediliyor. Hem ne kadar para toplanacağına hem de o paranın nasıl harcanacağına karar verme yetkisi ancak sultanlara verilir
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medyadan yaptığı bir açıklamasını çok beğendi.
Erdoğan, “Çok uzun olmayan bir süreçte hiç ama hiç kimsenin bize efelenmeyi dahi göze alamayacağı bir savunma kapasitesine ulaşacağız” diye yazmış.
Buradan “şimdi efelenenler var ama tam hazır olmadığımız için sesimizi çıkartamıyoruz” sonucunu mu çıkarmak gerekir, bilemedim ama Oktay Saral bu açıklamayı alıntılamış ve altına da “Sultanım; yürüyeceksin, ümmet yürüyecek ardından” diye yazmış.
Cumhurbaşkanı, Oktay Saral Bey’e ne danışıyor bilemiyorum.
Bana sorarsanız, Erdoğan gibi hem ekonomist hem dış politika cambazı hem anayasa hukukçusu hem de her konuda bir numara olan bir politikacı Saral gibilere bir şey danışmaz.
Belli ki “bir makam verelim de hem maaş alsın hem de istediğimizde el altında bulunsun” denilerek başdanışman yapılmış.
Zaten Erdoğan, Saray’daki her danışmana günde beş dakikasını ayırsa kafasını kaşıyacak zamanı kalmaz.
Onun için gerçekten danışılan birkaç kişi dışındakilere bu makamlar ulufe olarak verilmiştir.
Bu danışman da hangi sınıfa giriyor, bilmiyorum, hakkını yemek istemem.
Ama sıfatı “Cumhurbaşkanı” olan birisinden “Sultanım” olarak söz etmesi ilginç.
Bir tür kişilik bölünmesi sanırım; kendi sıfatı bile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı!
Erdoğan’ın da kendisini zaman zaman böyle hissettiği bir sır değil.
Ve bu durum biraz da “müritlerden” kaynaklanıyor. “Şeyh uçmuyor, mürit uçuruyor” gibi!
Mesela AKP tarafından TBMM’ye sunulan 21 maddelik yeni bir yasa teklifinde, Cumhurbaşkanı’na araçların teknik özelliklerine göre farklı ÖTV oranları belirleme yetkisi de veriliyor.
İngiltere Kralı John, ülkesinde her ne isim altında olursa olsun “vergi konulmasını halkın rızası şartına” bağladığında 1215 yılıydı. “Bütün anayasaların atası”, Magna Carta ilan edilmişti.
O günden beri de vergi koymak, kaldırmak, vergi ile toplanan paranın nereye, nasıl harcanacağına karar vermek halkın temsilcilerine, parlamentolara verilen bir yetkidir.
Meclisler, bütçeyi belirlerler, vergi koyarlar, toplanan vergilerin nasıl ve nereye harcandığını denetlerler.
Bizde de böyle ama sadece kâğıt üzerinde.
Yasama organının, yürütme organını denetleyebilmesinin araçlarından biri bütçe yapma yetkisidir ama bizde gerçek hayatta bu işe yaramıyor.
Cumhurbaşkanı kendi bütçesini yapıyor, zahmet edip TBMM’de savunmaya bile gelmiyor. Kendi tayin ettiği adamlar da parmakları kaldırıp bütçeyi kabul ediyorlar.
Ve işte son örneğini de ÖTV’de görüyorsunuz, aracına göre farklı ÖTV oranları belirleme yetkisi de Cumhurbaşkanı’na devrediliyor.
Yani diyeceğim şu ki Başdanışman Saral Bey, Cumhurbaşkanı’na “Sultanım” diye hitap ederken aslında bir gerçeği ifade ediyor.
Bu yetkiler, demokrasilerin cumhurbaşkanlarına değil, bütün ülkeyi kendi malı gibi yöneten sultanlara verilir çünkü.
Adı henüz padişah olmasa da bir tek yetkili hem ne kadar para toplayacağına hem de o parayı nasıl harcayacağına kendi keyfine göre karar veriyor!
Kendi adına sikke de bastırması yakındır, diye aklımdan geçiyor nedense.
* * *
Çöp kutusunun hukuk bilgisi!
Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kitabını yırtıp atan hâkimin, Özgenç’in yorumlarını çürütebilecek çapta bir hukuk bilgisine sahip olmadığı anlaşılıyor. Çünkü gerçek hâkimler böyle konuşmaz, hukuk dilini özenle kullanırlar. Bunu yapmayan hâkimler siyasi karar verir
İstanbul’daki bir mahkemenin yargıcı, Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kitabını yırtıp, attığını açıkladı.
Prof. Dr. Özgenç, ceza hukuku hocası.
Hangi kitapları yazmış diye baktım: Türk Ceza Hukuku Mevzuatı (35. Baskı), Ceza Hukuku Genel ve Özel Hükümler Karar İncelemeleri (4. Baskı), Suç Örgütleri (15. Baskı.), Vergi Ceza Hukuku gibi kitapları var.
Prof. Dr. Özgenç, kitabının görevdeki bir hâkim tarafından yırtılıp atıldığını öğrenince sosyal medyada şunu yazdı:
“Mahkeme başkanı olarak görev yapan zatın, hiçbir görüşüme katılmadığı ve kitabımı yırtıp attığı yönünde açıklamada bulunduğu bilgisini edinmiş bulunmaktayım. Söz konusu davada, bir kısmı çocuk çok sayıda genç, işledikleri herhangi bir somut suç olmadığı halde, aralarındaki sosyal irtibattan hareketle, “suç örgütü üyesi” şüphesiyle yargılanmaktadır. Mahkeme başkanı olarak görev yapan zatın, görüşlerimi benimsemek mecburiyeti yoktur; ancak, kitaplarımda yer alan görüşlerden hareketle savunma hakkını kullanan sanık müdafilerine hitaben bu şekilde bir açıklamada bulunması, söz konusu davada tarafsızlığını şüpheye düşüren bir sebep mahiyeti taşımaktadır.”
Belli ki yırtılan kitap 15 kez baskısı yapılmış Suç Örgütleri isimli kitap.
Mahkeme başkanının adının, hangi mahkemede görev yaptığının bir önemi yok.
Çünkü mahkemelerimizin bugünkü haline bakınca bunun tekil bir örnek olmadığını düşünmemize yol açacak çok neden sayabiliriz.
Hâkimin, Prof. Dr. Özgenç’in yorumlarını hukuk teorisi içinde kalarak çürütebilecek çapta bir hukuk bilgisine sahip olmadığı da anlaşılıyor.
Gerçek hakimler böyle konuşmazlar çünkü. Eskiden beri söylenir ki “Hâkim, kararıyla konuşur!”
Onun için de hukuk dilini özenle kullanırlar!
Bunu yapamayan hâkim, siyasi karar verir.
Adalete güven duygusunun Cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemi ile kıyaslanmayacak derecede düşmesinin nedeni de budur.
Şunu söyleyebilirim ki böyle devam ederse, yırttığı kitabı attığı çöp kutusunun hukuk bilgisi, daha ileri olacak!